Mücadelesi, üretkenliği ve başarılarıyla ülkemizin sıra dışı kadınlarından biri olan Günseli Kato ile örnek yaşamı ve minyatür sanatını modernleştirmesi üzerine söyleştik.

 Sizi minyatür ve performans sanatçısı olarak tanımlıyoruz. Aslında isminizin ardından onlarca unvan sıralanabilir. Motivasyonunuzu neye borçlusunuz?

Öncelikle çok teşekkür ederim, performanslarımı ve sanatçı kimliğimi böyle sorduğunuz için. Ben aslında çok mütevazı bir kadınım, yaptığımla varım ve göründüğüm kadarım. Yaşamın içerisinde beni ne dürtüyorsa, neyden ilham alıyorsam onu yapıyorum… Japonya'dan döndüğüm zaman Türkiye'ye olan özlemimi giderebilmek adına, hem Japon kültürüne girişimi ve sonra Türkiye'ye dönüşümü anlatabilmek için arka arkaya 5 sene performanslar gerçekleştirdim. Resim yapıyorum ama heyecanı ve kültürü minyatürden alarak.  Minyatürün edebi ruhu ve tarihten gelen o gücü… Bilgeliği arkama alarak resim yaptığım için minyatür sanatçısı diyorlar. Aslında ben minyatür yapmıyorum, hızımı minyatürden alıyorum.

Motivasyon dediğiniz şey bir kere kültürle ilişkilidir, kimlik ile ilgilidir ve biriktirdiğiniz hikâyeler biriktirdiğiniz yaşamla alakalıdır. Herkesin motivasyonu yüksek olmayabilir ama benim motivasyonum çok yüksek ve her an üretmeye hazır, yeni bir şeye, yeniye açık bir beynim var. Onu proje haline getirebilme gibi bir yeteneğim mevcut. Bu sayede bir şeyler üretebiliyorum, yani paylaşmayı seviyorum, paylaşılmayan meta zaten işe yaramazdır. Paylaşmayı sevdiğim için insanlara dokunmayı istediğim için üretiyorum. Ne kadar insanlara dokunursanız o kadar başarılısınız, o kadar iletişiminizde muvaffak oluyorsunuz demektir.

 Hepimizin malumu, bir kadının ruh durumunun dışa vurumu en çok saçında gösterir kendini. Saçınız neden mavi?

Evet, öyle derler, bir kadın bir şeye karar vereceği zaman, radikal bir karara varacağı zaman veya vardıktan sonra saçını değiştirir. Bu sadece kadınlar için değil erkekler için de geçerli bence. İnanın, saçımı değiştirmek niyetinde hiçbir zaman olmadım. Şöyle gelişti süreç: Japonya’dan ailemin yanına döndüm, kızım küçüktü, ailem bana kollarını açmış bekliyorlardı. Bu kadar uzun bir süre yurt dışında yaşamanın vermiş olduğu yorgunluk tabii ki ruh sağlığıma harabiyet vermişti ve bir müddet tedavi olmam gerekiyordu. Bunu açık ve net söylüyorum, sanata bir türlü başlayamadığım bir dönemdi. Sonra eşim dostum, kardeşlerim sayesinde o genç kızlığımı geçirdiğim yatak odasında, gelen malzemelerle resim yapmaya başladım ufak ufak yatağımın üzerinde. Ufak resimlerdi fakat dev boyutta resimler yapmak istiyordum. Bu yapmış olduğum ufak resimleri daha sonra birbirine iple dikerek büyük resim haline getirmeye başladım. O resimlerden bir tanesinde lapis rengi muhteşem bir mavi boya kullanıyordum.  O mavi boyayı kullanırken fırça saçıma değdi. Evet bütün olay bu şekilde. Saçımda mavi boyayı görünce bir ampul yandı. Mavi bana ne kadar yakışıyor, bir insanın saçı mavi olamaz mı diye düşündüm ve her sabah o boyayla saçıma bir tutam boya sürdüm. Fakat o boya resim malzemesi olması dolayısıyla her akşam dökülüyordu. Yirmi, yirmi beş sene öncesi mavi saç boyası yoktu. Ancak İngiltere’de veya Japonya’da punkçıların kullandığı boyalar vardı, erişmek de oldukça zordu. Hâsılıkelâm, benim bu ruh halimi tamir etmek isteyen dostlarım, arkadaşlarım bir şekilde boyaları bana ulaştırdı. Saçımın ön perçemini orayelle açarak maviye boyadım. İşte benim saçımın boyanma hikâyesi bu. O fırçanın saçıma değmesi, beni iyi hissettirmesi, belki iyileşmeme fırsat verdi. Sanat insanı iyileştirir, renk insanı iyileştirir ve o perçemin maviliği gün geçtikçe büyüdü. Yavaş yavaş yavaş yavaş bütün saçımı maviye dönüştürdüm. Benim iyileşmemde en büyük etken oldu. Bu nedenle saçım 25 senedir mavi. Mavi bana iyi geliyor, mavi bana yakışıyor, mavi beni kolluyor. Bir yerde mavi bana kucak açtığı için ben mutlu ve huzurlu yaşıyorum, mavi bana çok iyi geldi.

 

Akdeniz insanısınız, üstelik ortalamanın ötesinde bir enerjiye sahipsiniz, dönüşümü doğal görenlerdensiniz. Hal böyle olunca bir Japon ile evlilik kararı almanızın sebebini merak ediyoruz.

Bir Japon ile Akdenizli kadının bir arada olamazlığı olsa bile, olabilirliği de var. Biz melez bir milletiz, çok karışmışız. O yüzden yaşamın içerisindeki hâl ve hareketlerimiz birbirimize fazla batmaz. Çünkü çok kültürlü bir geçmişe sahibiz ama Japonlar melezleşmedikleri için katı kuralları mevcut. Bunları hissettiğim için bir Türk olarak değil, bir Japon olarak evlenebilirim dedim. Eğer Japonya'da yaşayacaksam bir Japon olarak evlenmeliyim dedim. Japon kültürünün içerisindeki kadının formatı neyse onu üstüme giyinmeyi tercih ettim. O zaman evlilik olabildi. Yoksa bir yabancı kimliği ile Japonya’da evlilik yürütmek o kadar zor ki. Kimlik değiştirmeme rağmen çok zorlandım. Zor bir toplumdur Japonya. Kimlik değiştirdim, Türklükten Japonluğa geçtim. Bu benim tabii ki sanatçı kimliğimin getirmiş olduğu bir deneyim. Deneyimlemek ve yapmak istedim, sabrı öğrenmek istedim. Yeni bir kimliğe geçip nasıl yaşanılacağını test etmek istedim. Ben bunları sonradan kendi kendime analiz ederek ortaya çıkardım. Çok da hoşuma gitti, çok sofistike geldi. Bir Japon kadını olmak çok hüzünlü ama çok da hoş bir edası var. Kadın olduğunu hissettiren bir davranış bilimidir Japonluk. Biz daha rahat yaşıyoruz Türkiye'de. Kadın erkek eşitliği üzerine yaşadığımız için Japonya’daki o eşitsizlik kadını daha naif, erkeği daha katı yapıyor. Ben bunların hepsini yaşayarak öğrendim ama bir yerde durdu tabii, bir yerde kaldı ve işte ondan sonra da döndüm. O naiflik, o zariflik ve o zarafet uzun yıllardan beri benim üstümden çıkmıyor. Ne kadar daha Türkleşsem de, doğallaşsam da, o Japon zarafetinin imgelerini benim üstümde bulabiliyorsunuz.

 Japon kadını ile Türk kadınını; yaşamı daha doğrusu varoluşuyla kıyaslamanızı istesek.

Japonya’daki kadın, sessiz ve sözsüz arkada duran büyük bir güçtür. Yine onlar da ataerkil bir toplumdur. Kadın hep arkadadır ama idare eden kadındır. Japonya, sanki çok terbiyeli, çok sakin, çok çalışkan, çok insancıl gibi görense de orada da kadın-erkek ıstırapları yaşanmıyor mu, yaşanıyor. Erkeğin kadına zulüm ettiği hikâyeler yaşanmıyor mu? Şöyle ki Japonya bunları hep kapatır, gündeme gelmez, gelmesini de istemez. Dünya havadislerinin içine girmesini istemediği için bunlar hep kapatılır.

 

Sanatınız, televizyonculuk derken üniversitelerde ders de veriyorsunuz.

Türkiye’ye geldiğimden beri birçok fakülteden, birçok üniversiteden teklif aldım. Ben akademisyen olarak değil, sanatımı icra edebilmek için haftanın belirli günleri gidip gelmeyi tercih ettim. Genellikle sanat dersini sanatçılara değil, mühendis ve iletişimcilere vermem için ders açtılar bana. İlk ders verdiğim üniversite Işık Üniversitesiydi. Mühendislere, mimarlara sanat aşılamam istenmişti benden. Tabiri caizse biraz yont hocam bunları diyerek bana bir ders açtılar. İki doğu arasındaki gidiş gelişler, kültür alışverişleri üzerine dersler vermeye başladım.

Sonra İstanbul Üniversitesi’nde, Kültür Üniversitesi’nde, Maltepe Üniversitesi’nde ve birçok üniversitede böyle dersler verirken Bahçeşehir Üniversitesi’nin iletişim Fakültesi de hayatıma dahil oldu. Sevgili hocam Haluk Gürgen, Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nden İstanbul'a gelmiş müthiş bir iletişimin duayenidir. Bahçeşehir Üniversitesi’nde derse başladım ve bu böyle devam etti. On beş senedir Bahçeşehir Üniversitesi'ndeyim ve çocuklarla olan muhabbeti seviyorum. Çocuklar o kadar aç, o kadar bakir ve o kadar güzeller ki esasında. Öğrenmek istedikleri genel kültürler var. Zaten bu çağın çocukları neyi öğrenmek istiyorlarsa internetten bakıyorlar öğreniyorlar, sosyal medyada grupları var, sosyal çevreleri zaten dijital. Ama bu çocukların dokunulmaya ihtiyacı var, bu çocukların hafızalarını açmaya ihtiyaçları var. Bu çocukların farkındalık aşılanmaya ihtiyacı var. İşte zannediyorum bunu becerebiliyorum. Çocuklarla çok güzel diyalog kurup, sanatı ve hayatı anlatmaya çalışıyorum, tecrübelerimi anlatmaya çalışıyorum.

 

Sizce gelecek nereye gidiyor, yeni nesle dair düşünceleriniz nedir?

Bu zamana kadar binlerce öğrenci geçti ellerimden, muhabbetimiz iyidir. İstanbul'un çeşitli muhitlerini gezerek, sergileri ve müzeleri birlikte inceleyerek sohbet ediyor, ders yapıyoruz. Ben gençlerden çok umutluyum çocuklarımızın sevgiye, ilgiye ihtiyacı var, dokunmaya, dokunulmaya ihtiyacı var, yol göstericiye, değerli kılınmaya ihtiyacı var. Çocuklarımızı değerli kılalım, çocuklarımızı el üstünde tutalım, çocuklarımıza güvenelim ki çocuklar bizim geleceğimiz olsun. Ben bunun eğitimini verip çocuklarımıza bu şekilde davranıyorum. Yeni gençlik objektif görmeyi öğrendi, taraflı değil. Objektif görüyor, kendini de seviyor, vatanını da seviyor, toprağını da seviyor, bir şeyleri üretmek istiyor, bir şeyler yapmak istiyor. Bu topraklarda onlara şans kapılarını açalım.

 

Günseli Kato, ülkemizin örnek kadınlarından biri. Fakat bu tanım ciddi bir mücadeleyle elde edilmiş olsa gerek.

Evet, ayakta durabilmek için mücadele şart. İnsan olabilmek, hayatı götürebilmek için mücadele şart. Bazı insanlar doğuştan mücadele etmeden yaşamlarını sürdürür giderler, bazı insanlar da hayatı hep dişiyle tırnağıyla kazarak, bir yerlere gelebilmek için, karnını doyurabilmek için, hayatta yaşamanın getirmiş olduğu durumu yapabilmek için çok büyük mücadelelerde bulunurlar. Ben mücadele eden bir kadınım, çünkü sanatla hayatını kazanıyorsan ve yaşamaya gayret ediyorsan çok mücadele etmen gerekiyor. Sanat bir lükstür, bizim ülkemizde lüksün de lüksü bir şey. Sanatın hayatın içine de girmiş olması dolayısıyla, ben zor yaşayan, zor kazanan ama bundan da vazgeçmeyen bir kişiliğe sahibim.

 

Tasavvuf sizin hayatınızda önemli bir sığınak. İnancınızı bizlerle paylaşabilir misiniz?

Var olduğundan beri dünya tasavvufla olmuş zaten. Tasavvuf kendini bilmek demek, tasavvuf demek Rabbimi bilmek demek, tasavvuf demek insan olma çabası göstermek demek. Bizler insan olmak için kendimizi eğitiyoruz, tasavvuf demek iyilik, güzellik, doğruluk demek. Tasavvuf demek tevekkel olmak demek, tasavvuf demek teslim olmak demek.