Sanat, zanaat ve teknoloji onaltıncı yüzyıldan buyana birbirinden farklı anlamlara sahip olan 3 farklı kavramdır. Ressam ve heykeltraşların diğer çömlekçi, mobilyacı, dokumacı gibi kesimlere kıyasla daha üst bir statüye bürünmeleri de aynı dönemde Batı’da gerçekleşmiştir. Sanatın ve zanaatin eşit olduğu dönemlerde başyapıt (masterpiece) tabiri, zanaatkar locasında bir kalfanın ustalığa geçmek için yeteneğini gösterdiği eser anlamında kullanılmıştır. Zanaat ve sanat kavramlarının birbirinden kopması ve sanatın öne geçmesi ile birlikte başyapıt kavramı, diğerlerini belirli noktalarda geçtiği düşünülen resim ya da heykele verilen isim olmuştur. Teknoloji ise insanlık tarihinde bambaşka bir yöne evrilmiş, bu iki kavrama kıyasla çok daha ön plana çıkmış, ekonomik yapının bir parçası olarak yoluna devam etmiştir. Özellikle kapitalist sistemle olan münasebeti teknolojiyi acımasız kılmıştır. Sanat ve zanaattaki gelişmeler öncesini yok etmezken teknoloji kendinden öncesinden beslenip sonrasında onu etkisiz kılar.
Ancak her üç kavramın da özünde yaratıcı zeka yatmaktadır ve kavramlar birbirlerini etkiler. Tarihin karanlık sayfalarında zanaat ile bağlayan süreç sonrasında sanata ve devamında teknolojiye evrilmiştir. Nasıl?
İnsan ırkının çevresine egemenlik kurmasında attığı ilk adım olarak değerlendirilebilecek, taş parçalarının yüzeyinin şekillendirilmesi bundan 2 milyon yıl önce Doğu Afrika’da başladı. Homo habilis (yetenekli ve elini kullanan insan) olarak tanımlanan ve elini kullanmayı başaran hominidlerin bu başarısından itibaren geçen 1 milyon yıl sonra taşın diğer yüzünden katmanlar yontarak kesici kenar elde eden Homo erectus yine önce Afrika’da görüldü. 500bin yıl sonra ise Asya ve Avrupa’da çok daha kullanışlı aletler yapmaktaydı. Aynı türün Çin’deki temsilcileri ateşi kullanmak suretiyle zihinsel aktivitelerinin çok daha gelişmiş olduğunu bizlere kanıtladı. Deliciler ve baltalar olarak sınıflandırılabilecek çok amaçlı aletler ile birlikte biçim ve işlevsellik arasındaki bağ kuvvetlendi ki bu süreci sanat doğru insanlığın ilk adımı olarak nitelendirebiliriz.
125.000 yıl önce Avrupa ve Batı Asya’da yaşamış Neandertal insanın alet ve edevatın dışında vücudunu kırmızı aşıboyası ile boyadığını, ölülerini mezarlara yiyecek ve aletlerden oluşan cenaze hediyeleriyle gömdüğünü biliyoruz. Fransa’nın La Ferrassie bölgesinde bu döneme ait bir nevi anıt olarak kabul edilebilecek içbükey kaya yapısı önemlidir. Bulunan kemiklerde yapılan yüksek çözünürlüklü microCT taraması sonuçları, ölen insanın bilinçli olarak gömüldüğünü ortaya koymuştur. Buradaki taşların üzerindeki izler, herhangi bir fonksiyonu yoksa insanoğlunun sanata yönelik ikinci adımı olarak kabul edilebilecektir.
Buzul çağının, sıcak geçen ara dönemlerinin en sonuncusunda beliren Homo Sapiens türü Afrika, Asya ve Avrupa’da yaklaşık 40.000 yıl önce kendini göstermiştir. M.Ö.30.000-25.000 yıllarına ait olan Avusturya’daki Willendorf Kadın figürü, aynı dönemde fil dişinden yapılan Çek Cumhuriyetindeki Brno Erkeği sanat eseri adı verilebilecek ilk nesnelerdir.
Willendorf Kadın figürü kireç taşından yontulmuş ve boyayla kaplanmış bir eserdir. Bukleli saçlı, yüzü tasvir edilmeyen, doğurganlığın simgesi olarak göğüs, bel ve kalçanın ön plana çıkarıldığı kadın figürüdür. Dönemin diğer yontularında da kadın öğesinin kullanıldığı bilinmektedir. Brno erkeği ise bir mezarda bulunmuş, kısa saçları ve derine gömülü gözleri ile ön plana çıkan heykelciktir. Cenaze ritüelinde kullanıldığı düşünülen parça bir tür dini inanca işaret etmektedir.
Bu dönemden sonra ortaya çıkan kopukluk ne yazık ki insan ırkının sanatsal gelişiminde önemli bir boşluk oluşturmaktadır. Tarih verilebilecek olanların en eskisi 5.000 yıl öncesine dayanmaktadır. Bu nedenle sanatsal gelişimde ciddi bir kopukluk söz konusudur.