Kitap süsleme sanatı olarak tarif edebileceğimiz, Tezhip sanatını, Türkler Orta Asya’dan getirmişler ve bol altın kullanarak, Türk hat sanatının seçkin örneklerini, daha ihtişamlı göstermek çabasıyla, süsleyerek, bu sanatı ölümsüz kılmışlardır. Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylikleri ve nihayet Osmanlılar eliyle, bir saray sanatı haline gelmiş, adeta şiirsel bir anlatım kazanmıştır.

    Bu bağlamda, tam anlamıyla Türklere özgü ve tamamen orijinal bir tezhip sanatının varlığından söz etmek doğru bir tespittir.

    Türkler, ilerledikleri coğrafyalarda, etkilendikleri tüm kültürel oluşumları, kendi zevkleriyle yoğurmuşlardır. İslamiyet’i kabul edişleriyle birlikte, beraberlerindeki uzak doğu etkisini, ön Asya etkisiyle harmanlayarak, Avrupa içlerine kadar yürüyen, Türk İslam Tezyini sanatları sentezini ortaya koymuşlardır ki, Türk tezhip sanatı, bu oluşumun paha biçilmez bir koludur ve dünyanın her yerine dağılmış, maddi ve manevi yanıyla çok değerli elyazmaları da bunun şüphe götürmez ispatıdır.

    Tezhip kelimesin tam karşılığı altınlama olmasına karşın, tezhip yalnız altınla yapılan işleri ifade etmez. Altının yanı sıra, boya da kullanılarak, hat levhalarında, fermanlarda, hatta deri ve ahşap üzerinde, geleneksel motiflerimiz kullanılarak yapılan tezyinattır. Kısaca tezhip, emek, incelik ve ustalıkla örülmüş bir sanattır ve insan iradesi üzerinde, çok önemli bir öğretmendir. Hissettirdiği manevi hazzın, ruhumuzu terbiye etmesi üzerideki anlamı ise çok büyüktür.

    Ama altın, yinede bu sanatın olmazsa olmazlarındandır ve pek çok teknikle kullanılarak bu eşsiz sanatı tam bir görsel şölene çevirmektedir. Bir başka anlatımla bu sanatın cazibe noktasıdır. Sürerek kullanıldığı (akıtma, halkar, sıvama) gibi, yapıştırma, serpme (zerefşan) ve püskürtme tekniği ile de çok görkemli eserler yaratılmakta, bu sayede sadece gözlere değil, gönüllere de hitap etmektedir. Zerendut tabir edilen, hat yazılarını altın kullanarak, kâğıda aktarma işlemi ise, ciddi bir bilgi ve beceri gerektirmektedir. Altının ihtişamı, tezhip tablolarındaki hayrete düşüren incelikle birleşince, çok etkileyici eşsiz bir görüntü ortaya çıkar.

   Altın, bu eserlerde bizlerin gözünü kamaştırırken, bu madenin sürülecek boya kıvamına getirilmesi de çok ciddi bir süreci gerektirmektedir. Eskiden, dövülerek ve inceltilerek yaprak haline sokulan altın, bugün yurt dışındaki fabrikalarda işlenerek, sanatkarların hizmetine sunulmaktadır. Fakat müzehhib (tezhip yapan), eseri üzerinde çalışmaya başlamadan önce, bu yaprak haline getirilen altını parmakları yardımıyla ezerek, boya şeklinde kullanılacak kıvama getirmesi gerekmektedir ki, bu çok meşakkatli bir işlemdir. Altının, sadece iyi ezilmesi yeterli olmayacaktır. Aynı zamanda, iyi sürülmesi, iyi parlatılması ve ışıl ışıl yanması da gerekmektedir… zira eser bu altın üzerine inşa edilecektir.

    Asıl her şey bundan sonra başlamaktadır. Zira, altın ne denli özel bir malzeme ise, üzerinde çalışılacak kâğıdın murakka (dayanıklı kağıtların su yollarına göre üst üste yapıştırılarak mukavva elde edilmesi) haline getirilerek, boyanarak ve aherlenerek (kâğıdın güçlenmesi için üzerinin nişasta, yumurta vs. ile ince bir tabakayla cilalanması), çok dikkatle ve özenle hazırlanması gerekmektedir. Tüm bu işlemler doğal malzeme ile yapılarak, yüzyıllarca kalıcı olmanın kapıları aralanmaktadır.

    Bu kâğıdın üzerinde kullanılacak boyalarda, eskiden toprak ve köklerden elde edilen doğal boyalarken, günümüzde artık kâğıdın özelliğini bozmayacak, sulu boyalar akrilik boyalar, guaj boyalar kullanılmaktadır.

    Tezhip içinde yer alan rozetler, şemseler, köşebentler, koltuklar, tepelikler, bordürler bu renklerle hayat bulmaktadır.

     Türk tezhip sanatçıları yüzyıllar boyunca altın ve laciverti bir arada kullanarak, izleyenler üzerinde sarsıcı bir etki bırakmışlardır. Zira bu iki rengin bir arada kullanılmasının, sembolik bir ifade taşıdığına inanılmıştır. Laciverdin göğü ve sonsuzluğu, altının ise ışığı ve güneşi temsil ettiği inancı, tam da İslam felsefesi ile uyum gösteren bir çizgidedir.

    Tezhipte ağırlıklı olarak kullanılan bu iki rengin yanı sıra, turkuaz ve mavinin diğer tonları ile, bordo ve siyah çokça kullanılmıştır. Eserlerde kimi zaman zıt, kimi zaman uyumlu renkler bir araya getirilerek, farklı anlatımlar denenmiştir.

     Sanatta güzellikler ayrıntılarda gizlidir. Tezhibin de ayrıntıların sanatı olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım olacaktır.

      Sanatçıya düşense hem renkte hem desende, ahengi yakalamaktır. Klasik dönemlerin etkileyici bütünlüğü, her zaman referansımız olmalıdır. Çok hassas çalışmalarla hazırlanan kompozisyonlar, aherlenen kağıtlara aktarılıp önce altınlanarak sonra, altınlar mührelenip (altınları parlatan cilalı akik, firuze vs. taşı), parlatılıp tahrirlenmeye(kontürleme) hazır hale getirilerek, boyama aşamasına geçilmesi izlenen klasik yöntemdir.

      Bu kompozisyonlarda, izlenen kurallar, yüzyıllar boyunca bizlere yol göstermiştir. Kullanılan ana motifler, hatailerin (stilize çiçek motifleri), Rumilerin (stilize hayvan motifleri) ve bulutların, birbirlerinin yollarına müdahale etmeden kendi çizgilerinde ilerleyerek, bir bütün oluşturmaları, bu sanatın özünü ve felsefesini daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Sanki çok karmaşıkmış ifadesi uyandıran bu kompozisyonlarda, kâinatın düzenini fark edebiliriz.

      Tüm bu ipuçları, çağı yakalayabilme gücüne sahip bu sanatın, ne kadar evrensel olabildiğinin de altını çizmektedir. Yaradılışın kendisinde var olan simetriyi, bir sistem olarak kabul edip, bu çıkış noktasından hareketle, kendi içinde özgür alanlar yaratabilmektedir.

      Klasik bir sanat dalı olan tezhibin, dini kaygılarla sembolik bir anlatım taşıması, günümüzün modern sanatları ile ne kadar örtüştüğünün açık bir ifadesidir. Zira stilizasyonla sembolleştirilmiş motiflerin, hafızada yer etmeleri ve etki süreleri daha uzun ve güçlüdür. Dolayısı ile tezhip eserlerinin seyri bir seferlik değildir. Her bir seyir yeni bir keşfi getirir.

     Yüzyıllar boyunca, gelişerek ilerleyen bu sanat, beraberinde birçok ekolü de yaratmıştır.

      Orijinal eserleri incelediğimizde, Selçuklu dönemi münhanileri, zencerekleri(bordür) ve geometrik bölümlemeleri, Fatih dönemi, baba nakkaş halkarları (zemini boyamadan altınlama tekniği), sanatın zirvesi sayılan Kanuni dönemi, Karamemi ekolünün yarı stilize, laleleri, karanfilleri, Şahkulu okulunun saz yaprakları, Türk rokokosunun naturalist çiçekleri, bu sanatın kilometre taşlarıdır.

      Tüm bu dönemlerde, motiflerin negatif ve pozitif şekilde çizilip boyanarak ahenkle oluşturdukları dengeli kompozisyonlar, hepimizin yol göstericileridir.

     Kısaca bu kompozisyonlar, İslami felsefedeki sonsuzluğun ve uçsuz bucaksızlığın vücut bulduğu ve tüm detaylarda bu vurgunun yapıldığı alanlardır.

     Bu sanatta, detaylar çok önemli olduğundan, sanatçı detaylarla uğraşırken, genel uyumu kolaylıkla kaybedebilir. Detaylar ne kadar mükemmel olursa olsun, ahenk sağlanamazsa, eser olgunlaşamaz. Sanatçının yetkinliği arttıkça, bu olgunluğa erişmesi kolaylaşacaktır. Orijinal eserlerin dikkatle incelenmesi, söylemeye çalıştığımız şeyi, kolayca açıklamaktadır.

     Tezhip tabloları, hattın çevresindeki süsleme olarak meydana getirildiği gibi, hattan bağımsız olarak da düşünülebilir. Hatla birlikte düşünüldüğünde, bizi kısıtlayan bazı etkenler olsa da ikinci yol bizi daha özgür kılar. Bunlar, buluş zenginliğinin, yeni varsayımları denemenin, yeni bakış açıları üretmenin kolaylaştığı alanlardır.  Hazırlanan bir tezhip çalışması üzerine hat yazdırmakta, izlenen başka bir yoldur.

      Medeniyetlerin devamı, ancak sanatın devamlılığı ile mümkündür. Tam da burada söylemek gerekir ki, klasik sanatlarımızın kuşaktan kuşağa aktarılması, yüzyıllar boyu süren, usta çırak ilişkileriyle olmuştur.

   Büyük bir sabır ve özverinin rol aldığı Tezhip sanatı, ne mutlu ki bugün onlarca fakülte ve akademi aracılığı ile öğretilmekte ve bu sanatın ruhunu yansıtan meşk yoluyla eğitim, alaylı tabir edilen usta yanında ustalaşma, hiç kesintiye uğramadan sürmektedir. 

    Klasik sanatlarımızın tamamen kesintiye uğradığı yıllarda, Türk -İslam medeniyeti aşığı bir avuç insan, bu sanatı günümüze taşıyan yapı taşları olmuşlardır. Bizlere düşen görev, geleceğin antikalarını yaratmanın bilinci içinde, analizle sentez arasındaki köprüyü iyi kurabilmektir. Yarınlara döşenen bu yola, bir taş da biz koyabilirsek üzerimize düşeni yapmanın huzuru içinde olacağız. Zira Türk- İslam kültürünün hak ettiği biçimde dünya durdukça yaşayabilmesi, her çağın farklı beğeni ve değişimlerini yakalayarak özünü kaybetmeden söyleyecek yeni şeyler oluşturabilmesinden geçer.

 

                                                                              Nilüfer Kurfeyz-Selim Sağlam

 

 

*Blog görseli usta sanatçılar Nilüfer Kurfeyz ve Selim Sağlam tarafından yapılmıştır.